Güvenliğin Sınırları: “Özel Güvenlik Kimler Olabilir?” Sorusuna Siyaset Bilimi Perspektifinden Bir Bakış
Modern toplumlarda güvenlik yalnızca fiziksel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda bir iktidar aracıdır. Bir siyaset bilimci olarak güvenlik meselesine baktığımda, karşımda yalnızca üniforma giymiş bireyler değil; devlet, sermaye, ideoloji ve vatandaş arasındaki karmaşık güç ilişkilerini görürüm.
“Özel güvenlik kimler olabilir?” sorusu da bu ilişkilerin tam kalbine dokunur. Çünkü güvenlik, kimin koruyacağı ve kimin korunacağı üzerine kurulan politik bir dengedir.
—
Güvenliğin Siyasal Anatomisi: Devlet, Piyasa ve Vatandaş
Tarih boyunca devlet, “güvenliği sağlama” iddiasıyla meşruiyet kazanmıştır. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru bu görev giderek özel sektöre devredilmeye başladı. Bugün özel güvenlik şirketleri, devletin kolluk gücünü tamamlayan değil, kimi zaman onun yerine geçen bir rol üstlenmektedir.
Bu dönüşüm, siyaset biliminin klasik sorusunu yeniden gündeme getirir:
> “Gücü kim kullanır ve kimin adına?”
Özel güvenlik alanı, neoliberal politikaların doğrudan bir sonucudur. Devlet, kamusal hizmetleri “verimlilik” adı altında özelleştirirken, güvenliği de bir meta haline getirmiştir. Artık güvenlik, herkesin erişebileceği bir hak değil; parası olanın satın alabildiği bir ayrıcalıktır.
Bu bağlamda, “özel güvenlik kimler olabilir?” sorusu yalnızca bireysel yeterlilikle değil, sınıfsal aidiyetle de ilgilidir.
—
İdeoloji ve Güvenlik: Kimin Değerleri Korunuyor?
Güvenlik, hiçbir zaman tarafsız bir alan değildir. Her güvenlik politikası, belirli bir ideolojiyi korur.
Bir şirket binasında görev yapan özel güvenlik, yalnızca fiziksel güvenliği değil, aynı zamanda o kurumun değerlerini, üretim biçimini ve iktidar ilişkilerini korur.
Örneğin; bir kamu kurumunda görev yapan güvenlik görevlisi “devlet düzenini” temsil ederken, özel bir plazada çalışan güvenlik görevlisi “özel mülkiyetin dokunulmazlığını” simgeler. Her iki durumda da güvenlik, bir siyasi ideolojinin uygulama alanıdır.
Bu noktada sormak gerekir:
> “Güvenliği sağlamak, düzeni korumak mıdır yoksa düzeni sürdürmek midir?”
—
Vatandaşlık ve Güvenlik Arasındaki Çelişki
Demokratik toplumlarda vatandaşlık, eşit hak ve özgürlükler temelinde tanımlanır. Ancak özel güvenlik uygulamaları, bu eşitliği kıran görünmez duvarlar yaratabilir.
Bir özel güvenlik görevlisi, kimin içeri gireceğine, kimin dışarıda kalacağına karar verirken aslında mikro düzeyde bir iktidar uygulamaktadır.
Bu durum, siyaset bilimi literatüründe “mikro iktidar mekanizmaları” olarak anılır. Yani devletin büyük gücü, bireylerin küçük kararlarında yeniden üretilir.
Özel güvenlik personeli böylece yalnızca bir çalışan değil, iktidarın taşeron yüzü haline gelir.
—
Erkeklik, Kadınlık ve Güvenliğin Cinsiyetli Doğası
Siyaset bilimi analizlerinde cinsiyet rolleri, güvenlik algısının temel bileşenlerinden biridir.
Toplum, erkekleri hâlâ güç, strateji ve denetim üzerinden tanımlar. Bu nedenle özel güvenlik mesleği tarihsel olarak erkek egemen bir alandır. Güvenliğin “sert” bir meslek olarak algılanması, erkekliğin yapısal güçle özdeşleştirilmesinden kaynaklanır.
Kadınlar ise güvenliği farklı bir yerden tanımlar: demokratik katılım, toplumsal dayanışma ve insani temas.
Kadın güvenlik görevlilerinin artması, güvenliğin yalnızca fiziksel değil, sosyal bir olgu olduğunu gösterir.
Bir kadının güvenliği sağlama biçimi, çatışmadan çok iletişime dayanır; bu da modern güvenlik anlayışında yeni bir paradigma yaratır:
> “Koruma, korkutmak değil; anlaşılabilir kılmaktır.”
Dolayısıyla, “özel güvenlik kimler olabilir?” sorusu artık biyolojik cinsiyetten çok, toplumsal rol tercihlerine bağlı hale gelmiştir.
—
Kurumlar ve Güç Dengesi
Özel güvenlik sisteminin yaygınlaşmasıyla birlikte, kurumlar güvenliği yalnızca dış tehditlere karşı değil, iç düzeni koruma aracı olarak da kullanmaya başlamıştır.
Bir bina girişinde kimliğinizi kontrol eden güvenlik görevlisi, aslında kurumsal bir “eşik bekçisi”dir.
Bu figür, Michel Foucault’nun tabiriyle “disiplin toplumunun” mikro bir temsilidir.
Kurumlar, güvenlik politikaları aracılığıyla yalnızca alanlarını değil, davranış kalıplarını da düzenler.
İşte bu nedenle özel güvenlik, modern iktidarın en sessiz ama en etkili enstrümanlarından biridir.
—
Demokratik Güvenliğe Doğru: Bir Alternatif Mümkün mü?
Bugün güvenlik anlayışımız, hâlâ “güç kimdeyse o korur” mantığı üzerine kurulu.
Oysa siyaset bilimi bize başka bir olasılığı hatırlatıyor: Güvenlik, yalnızca birilerinin sağladığı değil, herkesin paylaştığı bir ortak değer olabilir.
Demokratik toplumlarda güvenlik, baskıdan değil katılımdan doğar.
Toplum bireyleri arasında diyalog, dayanışma ve saygı geliştikçe, “özel” güvenlik ihtiyacı azalır.
Belki de asıl soru şudur:
> “Güvenliği kim sağlayabilir?” değil,
> “Neden güvenliğe bu kadar ihtiyaç duyuyoruz?”
—
Sonuç: Gücün, Kimliğin ve Sorumluluğun Kesişiminde Güvenlik
“Özel güvenlik kimler olabilir?” sorusu, görünüşte bir meslek tanımı gibi dursa da, aslında devletin vatandaşla kurduğu ilişkinin aynasıdır.
Bu alan, gücün kimde olduğu, kimin korunmaya değer bulunduğu ve kimin dışlandığı gibi temel siyasal meseleleri görünür kılar.
Bugünün dünyasında güvenliği tartışmak, sadece fiziksel korumayı değil; adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarını da yeniden düşünmektir.
Ve belki de en provokatif soru şudur:
> “Güvenlik, gerçekten güvenli midir — yoksa bizi birbirimizden mi uzaklaştırır?”
—
Bu yazı, okuyucuları yalnızca düşünmeye değil, sorgulamaya davet ediyor:
Güvenlik mi toplumu korur, yoksa toplum mu güvenliği inşa eder?