Üzerine En Fazla Şerh Yazılan Eser: Sadece Bir Kitap Değil, Toplumsal Bir Ayna
İtiraf edelim, “üzerine en fazla şerh yazılan eser nedir?” sorusu ilk bakışta kuru bir akademik tartışma gibi gelebilir. Ama aslında bu soru, tarihin derinliklerinde kimin sesinin yükseldiğini, kimin susturulduğunu, hangi fikirlerin merkeze alınıp hangilerinin kenarda bırakıldığını da ortaya koyar. Çünkü şerh dediğimiz şey sadece açıklama değil, aynı zamanda kültürel güç ilişkilerinin kaydıdır.
—
Kur’an-ı Kerim ve Diğer Metinler: Neden Bu Kadar Şerh?
Tarihsel olarak üzerine en çok şerh yazılan eser denildiğinde akla ilk gelenler Kur’an-ı Kerim ve Mevlânâ’nın Mesnevi’sidir. Kur’an, farklı çağlarda, farklı toplumlarda, farklı seslerin yorumuyla defalarca şerh edilmiş; Mesnevi ise özellikle Osmanlı’dan bugüne kadar binlerce kez açıklanmış, yorumlanmış, yeniden yazılmıştır.
Ama burada asıl mesele “hangi eser en fazla şerh aldı?” sorusu değil. Asıl mesele, kimlerin şerh yazma hakkına sahip olduğu. Tarih boyunca şerhler çoğunlukla erkek âlimler tarafından yazıldı. Bu da şu soruyu gündeme getiriyor: Kadınların sesi bu yorumlar arasında neden bu kadar az?
—
Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımı
Erkek âlimlerin yazdığı şerhlerde çoğunlukla analitik, sistematik, çözüm odaklı bir tarz öne çıkar. “Ayeti böyle anlamalıyız”, “Mesnevi’nin bu beyti şu anlama gelir” gibi net, keskin hükümler verilir. Bu yöntem, düzenli bir bilgi aktarımı sağlasa da bazen tek sesliliği ve farklı perspektiflere kapalılığı da beraberinde getirmiştir.
—
Kadınların Empati ve Çeşitlilik Vurgusu
Kadınların yazdığı az sayıdaki şerhe baktığımızda ise bambaşka bir üslup görürüz: Empatiye dayalı, toplumsal bağları gözeten, farklı kimlikleri içeri alan yorumlar… Örneğin bazı çağdaş kadın araştırmacılar, Mesnevi’yi toplumsal cinsiyet adaleti perspektifinden okuyor. Bu bakış, şerhin sadece metni açıklamak değil, aynı zamanda toplumun çeşitlilik ve adalet ihtiyacını dile getirmek için de güçlü bir araç olduğunu gösteriyor.
—
Şerh Geleneğinde Görünmeyenler
Şerh yazılan eserler kadar, şerh yazamayanlar da tarihin sessiz tanıklarıdır.
Kadınlar, çoğu zaman dini veya edebi yorum geleneğinden dışlanmışlardır.
Etnik ve kültürel azınlıkların yorumları ise merkeze taşınmamış, arşivlerde unutulmuştur.
“Farklı” olanın sesine, yani toplumun marjinalleştirilen kesimlerine, çoğu kez alan açılmamıştır.
Bu durum bize şunu düşündürmeli: En çok şerh yazılan eser, aynı zamanda en çok susturulan seslerin de bulunduğu eser olabilir.
—
Toplumsal Adalet Perspektifinden Şerh
Bir şerh, sadece akademik bir açıklama değildir; aynı zamanda bir yorum hakkı meselesidir. Bugün şerh geleneğini yeniden canlandıracaksak, şu soruları sormadan edemeyiz:
Şerh yazanlar kimlerdir, kimler değildir?
Çeşitlilik, toplumsal cinsiyet ve adalet bu yorumlarda nasıl yer bulur?
“Ünlü” olan şerhler dışında, sessiz kalmış yorumları gün yüzüne çıkarmak bizim sorumluluğumuz değil mi?
—
Provokatif Sorularla Bitirelim
Üzerine en çok şerh yazılan eserler neden çoğunlukla erkeklerin kaleminden çıkmıştır?
Kadınlar, LGBTİ+ bireyler, farklı etnik kimlikler bu yorum geleneğine dahil edilseydi, bugün şerhler nasıl görünürdü?
“Hakikat” dediğimiz şey, tek tip bir şerh geleneğiyle mi yoksa çoğul yorumlarla mı daha güçlü olurdu?
—
Sonuç: Şerh Geleceğe Yazılır
Üzerine en fazla şerh yazılan eserler, sadece dinî ya da edebî miras değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin aynasıdır. Eğer gerçekten adaletli, kapsayıcı ve özgür bir gelecek istiyorsak, şerh geleneğini de yeniden düşünmeliyiz. Kadınların, azınlıkların, farklı toplumsal grupların sesi duyulmadan yazılacak her yeni şerh, eksik kalmaya mahkûmdur.
Sevgili okuyucu, şimdi size soruyorum: Sizce şerh yazma hakkı, sadece geçmişin otoritelerine mi aittir, yoksa hepimizin bugünden yarına bırakabileceği bir sorumluluk mudur? Yorumlarda buluşalım.